admin | 31 Temmuz 2017 | Edebiyat ve Türkçe, Genel, Sanat, Siyaset
1876-1924 tarihleri arasında yaşamıştır. Fikir ve sanat adamı. şair. Diyarbakır’da doğdu, İstanbul’da öldü. Baytar Okulunun son sınıfındayken gizli cemiyet kurmaktan tutuklandı. 9 ay hapis yattıktan sonra Diyarbakır’a sürüldü. İkinci Meşrutiyet ilân edilince İttihat ve Terakki Partisinin orada şubesini açtı. Sonra Selânik’e geldi. Genç Kalemler dergisine yazılar yazdı. Meşrutiyetten sonra partinin genel merkez kurulu üyesi oldu. 1924’te TBMM’ne girdi. Büyük bir Türkçü idi.
Ziya Gökalp memleketimizde modern sosyoloji ilminin kurucusu olarak tanınmış ve Fransız bilgini Emile Durkheim’in prensiplerini uygulamak ve öğretmekle şöhret yapmıştır. Bu, onun ilim tarafıdır. Tarihe bakısı da bu bütünleyici görüşe uygundur. Türk tarihini Osman Bey’den değil, Milât öncesinden başlatan bu bütünleyici görüşte en önemli yan, bütün Türk devletlerinin aynı dil ve aynı soydaki insaniar tarafından, aynı görenek ve geleneklerle yaşayan toplumlar tarafından kurulduğu, başka toplumları yönettiği, devlet unvanındaki değişmenin gerçekteki bütünlüğü etkilemeyeceği inancı yatar. Tek aksayan nokta, çağdaş gerçekçiliğe aykırı olarak, artık dil farkları, lehçe farklarını da aşan, töre ve yasaları iyice ayrılmış bu toplumları tek bayrak altında toplayabilmek hayalidir. «Kızıl Elma», «Yeni Turan» gibi panturanist ülküyü savunan şiirler, bu sebeple, netice vermemiş, daha doğrusu tek acı son, Enver Paşa’nın Türkistan çöllerindeki bir ayaklanmaya katılarak öldürülmesi olmuştur.
Şair olarak Ziya Gökalp, lirizmden yoksun, dili sade ve tabiî, eğitici yanı güçlü eserler vermiştir. Halk masallarına eğilerek bunları duru bir üslûpla herkesin ve bilhassa çocukların anlayacağı şekilde yeniden şiirleştirmiştir. Bir yandan:
Vatan ne Türkiye’dir Türklere, ne Türkistan
Vatan büyük ve müebbet bir ülkedir: Turan veya:
Atanın içtiği köpüklü kımız
Arpa suyu içme dedi bir Kırgız
derken Sevres paçavrasından, Mondros ve Lausanne’dan sonra, o yolun çıkar yol olmadığını anlamış ve Türk Medeniyeti Tarihi’ni yazmağa koyulmuştu.
Aslında politika adamı olmayan Ziya Gökalp, sadece İttihat ve Terakki Partisi’ne erişilmesi uzak bir ideal göstermiş, partinin fikriyatını, ideolojisini yapmıştı. Bu ideoloji iflâs edince gerçekleri görmekte gecikmedi.
Ziya Gökalp, Diyarbakır’a sürgün edildiği zaman son derece üzgün ve karamsardı. Memleketin hali ona ürküntü veriyordu. Hayatta hiçbir gayesi ve düzenli bir eğitim geçmişi yoktu. Bunun üzerine, kendi de yazmıştır, tabancayla intihara teşebbüs etti. Mermi, alnını sıyırıp geçtiği için ölmeyen Ziya, bunda Rahmani bir işaret gördü ve kendini Hak yoluna adadı. Darülfünun’da öğrencisi olmuş bazı yazarlar ise Ziya Bey’in alnında hiçbir mermi izi bulunmadığını söylemişlerdir.
Ünlü mütefekkir, 1923 yılında, Maarif Vekâleti Telif ve Tercüme Dairesi reisliğine atanarak Ankara’ya gitti. Ertesi yıl, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ikinci seçim devresinde, Diyarbakır mebusu seçildi. Fakat, 48 yaşına rağmen, çok yorgun ve hastaydı. Mebusluk görevi pek az sürdü. Rahatsızlıkları arttı ve tedavi için İstanbul’a geldi. Fransız Hastanesi’ne yatırılan Ziya Gökalp, hekimlerin bütün ihtimamına rağmen, o yıl, yani 1924’te hayata gözlerini yumdu. Çemberlitaş’ta, Sultanmahmut Türbesi etrafındaki kabristanda toprağa verildi. Diyarbakır’da oturduğu ev ise, kendi adına bir müze haline getirildi. Şimdi bu müze Diyarbakır’ı ziyaret edenlerin mutlaka uğradıkları bir fikir ve kültür yuvasıdır.
Ziya Gökalp, bilimsel çalışmalarıyle memlekette az da olsa uyanık bir kuşağın yetişmesine ve kendisinden sonra üniversite eğitimini yürütmesine yol açmıştır. Yeni Mecmua, Türk Yurdu gibi dergilerde yazdığı yazılar onun bir sisteme varma çabasını gösterir. Dilde, ekonomide, güzel sanatlarda, ahlâkta, siyaset ve felsefede Türkü ve Türkçeyi esas alarak kurtuluş yollarını gösterdi. Tesiri, on yıl içinde büyük bir sadeleşmeye yönelen dilde görüldü. Sanatta ve edebiyatta görüldü: millî müzik, millî sanat akımları gelişti. Ömer Seyfettin, Halide Edip, Reşat Nuri gibi yazarlar, Yahya Kemal gibi şairler güçlerini onun «Türkçülüğün Esasları»ndan almışlardır.
Ziya Gökalp, tombul, ablakça yüzlü, düşük bıyıklı, badem gözlü bir adamdı. Uygur minyatürlerine benzerdi. Konuşması yavaş ve sakindi. Düşüne düşüne söyler, ama karşısındakiler mutlaka tesir altına alırdı. Çünkü her söylediği akıl ve mantığa olduğu kadar bilimsel gerçeklere de uygun görünürdü. Verdiği dersler, herkese açık olur, büyük ilgiyle takip edilirdi. Ziya Gökalp, bunlardan bilhassa «Türk Medeniyet Tarihi»ne büyük önem veriyor ve bu eseri, mutlaka bitirmek istiyordu. Fakat tamamlayamadan aramızdan ayrıldı…
Kaynak: 100 Ünlü Türk,