admin | 13 Haziran 2015 | Genel, Hukuk
Doktrinde “yoksulluk nafakası” olarak isimlendirilen nafakayı önceki Medenî Kanunumuz 144 üncü maddesinde “nafaka” başlığı altında düzenlenmiş bulunuyor idi. Sözü geçen madde 4.5.1988 tarih ve 3444 sayılı Kanunla değiştirildi ve bu arada kenar başlığı da doktrin ve uygulamada alışılmış olan “yoksulluk nafakası” şeklinde düzenlenmiş oldu. Yeni Medenî Kanunumuz da bu terimi aynen benimsemiş bulunuyor.
MK. 175 uyarınca, “Boşanmayüzünden yoksulluğa düşecek taraf kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan malî gücü oranında süresiz olaraknafaka isteyebilir. Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz”.
Önceki kanunun 144 üncü maddesi 3444 sayılı Kanunla değiştirilmeden önce şöyleydi :
“Kabahatsiz olan karı yahut koca, boşanma neticesi olarak büyük bir yoksulluğa düşerse, diğeri boşanmaya sebebiyet vermemiş olsa dahi kudreti ile mütenasip bir surette bir sene müddetle nafaka ifasına mahkum edilebilir”.
Yeni Medenî Kanunumuzun da aynen benimsediği bu son düzenleme, yoksulluk nafakasına karar verebilmek için aranılan şartlarda ve özellikle nafaka ödenecek sürede önemli ve köklü değişiklik getirmekte ve böylece doktrinde üzerinde durulan sakıncaları da gidermiş olmaktadır.
Yoksulluk nafakası, ahlakî ve sosyal düşüncelere dayanır ve “bir bakıma, evlilik birliğinde eşler arasında geçerli olan dayanışma ve yardımlaşma yükümlülüğünün, evlilik birliğinin sona ermesinden sonra da kısmen devamı niteliğindedir”.
Kanunumuzun bu hükmü, boşanmadan sonra yoksulluğa düşecek olan tarafı koruma amacına yönelik olduğu içindir ki, boşanmış olan yoksul tarafa verilecek olan yoksulluk nafakası, hiç bir surette diğer tarafa yükletilen bir ceza veya tazminat niteliğinde değildir. Eğer böyle olsaydı, sadece boşanmada kusuru olan eşten istenebilmesi gerekirdi. Oysa, maddede açıkça belirtildiği gibi, kusursuz eş dahi yoksulluk nafakası ödemekle yükümlüdür. Yoksulluk nafakası, yukarıda da değindiğimiz üzere, bir bakıma evlilik birliği devam ettiği sürece söz konusu olan karşılıklı bakım ve geçindirme ödevinin devam ettirilmesi anlamını taşımaktadır.
a) Yoksulluk Nafakasının Şartları;
Hâkimin boşanmış olan taraflardan biri lehine yoksulluk nafakasına hükmedebilmesi için aşağıdaki şartların gerçekleşmiş olması gereklidir:
aa) Taraflardan biri istemde bulunmalıdır:
Taraflardan biri istemde bulunmadıkça hâkim kendiliğinden yoksulluk nafakasına hükmedemez.
bb) İstemde bulunan tarafın kusuru daha ağır olmamalıdır,
Önceki MK. m. 144 hükmü 3444 sayılı Kanunla değiştirilmeden önce, nafaka isteminde bulunan tarafın (eşin) “kusursuz” olması gerekiyordu. Yeni kanunun da benimsediği bu değişiklikle artık bu şartın aranması söz konusu olmayacaktır. Ancak, istemde bulunan tarafın kusurunun diğer tarafın kusurundan daha ağır olmaması şarttır. Aksi takdirde nafaka istemi olumlu sonuca bağlanamaz.
Buna karşılık diğer tarafın (nafaka yükümlüsünün) kusurlu olması şart değildir. Zaten maddî ve manevî tazminat istemleri ile yoksulluk nafakası istemi arasındaki farklardan biri de budur. Bu itibarladır ki, akıl hastalığı sebebiyle boşanmada, davalı akıl hastası eşin kusurundan söz edilemeyeceği ve dolayısıyla kendisinden manevî tazminatistenilemeyeceği hâlde, şartları varsa akıl hastası tarafın diğer tarafa yoksulluk nafakası ödemesine karar verilebilecektir.
cc) İstemde bulunan taraf boşanma yüzünden yoksulluğa düşme tehlikesiyle karşılaşmış bulunmalıdır
Nafaka isteminde bulunan tarafın hiç bir gelirinin olmaması ve çalışamayacak durumda bulunması sebebiyle kendi kendini geçindiremeyecekse, boşanma yüzünden yoksulluğa düşme tehlikesiyle karşılaşmış bulunuyor demektir. Başka bir deyişle, geçimini kendi malî kaynaklan ve çalışma gücüyle sağlama imkânından yoksun olan tarafın yoksulluğa düşeceği kabul edilir.
Değişiklikten önce maddede “büyük bir yoksulluğa düşmekten” söz edilmişken, yeni düzenlemede büyük sıfatına yer verilmemiştir. O hâlde, yoksulluk nafakasına hükmedebilmek için bir tarafın düşeceği yoksulluğun mutlaka büyük bir yoksulluk olması gerekmez. Normal ve vasat düzeydeki bir yoksulluk tehlikesi de nafaka için yeterli olacaktır.
dd) Nafaka diğer tarafın mali gücü oranında olmalıdır
Hakimin takdir edeceği yoksulluk nafakasının, bunu ödeyecek tarafın mali gücü ile orantılı olması da gerekir. Eğer nafaka istemekte olan tarafın lehine evvelce manevi tazminata hükmedilmiş bulunuluyorsa, yoksulluk nafakasımiktarının saptanmasında bu noktanın da göz önünde bulundurulması ve istemde bulunan tarafın hükmedilmiş olan manevi tazminata karşın yoksulluğa düşüp düşmeyeceğinin araştırılması gerekir.
Ödenecek yoksulluk nafakası, istemde bulunan tarafın yoksulluğa düşmesini engelleyecek ve normal şartlarda onun geçimine yetecek miktarda olmalıdır.
ee) Kendisinden nafaka istenilen kadın refah hâlinde bulunmalı mıdır?
Yoksulluk nafakasına sadece yoksulluğa düşecek olan kadın için değil, fakat aynı durum söz konusu olduğu takdirde erkek için de yani her iki taraf lehine de hükmedilebilir. Ancak, önceki Medenî Kanunda kanun koyucu kendisindenyoksulluk nafakası istenecek taraf bakımından farklı bir düzenleme getirmiş buluyordu. Gerçekten, boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek olan kadının yoksulluk nafakası isteminde bulunabilmesi için, erkeğin refah halinde bulunması gerekli değildi. Oysa aynı durumda olan erkeğin kadından yoksulluk nafakası isteyebilmesi için, kadının refah hâlinde bulunması gerekli idi. Başka bir deyişle kanun koyucu erkeğin nafaka isteminde bulunabilmesini, “kadının refah durumunda” olması gibi kadın erkek eşitliği açısından tartışma yaratabilecek ek bir şarta bağlamıştı.
Refah hâli önceki Medenî Kanunda tanımlanmış değildir Yargıtay’ın tanımına göre geliri çevresine ve sosyal durumuna göre lüks sayılabilecek şeyleri sağlamaya elverişli bulunan ve ihtiyaçları dışında her şeyi elde edebilecek bir bolluk ve zenginlik içinde olan kimse, refah halinde sayılır.
Kadın – erkek eşitliğini erkekler aleyhine bozan bu şart yeni Medeni Kanunumuza alınmamıştır. Bu itibarladır ki, gerek erkek gerek kadın refah halinde olup olmadıklarına bakılmaksızın yoksulluğa düşecek olan diğer tarafa yoksulluk nafakası ödemek zorundadır.
b) Yoksulluk Nafakasının Süresi;
3444 sayılı Kanunla önceki Medenî Kanunun 144 üncü maddesinde yapılan en koklu değişiklik, nafakanın süresinde olmuştur. Gerçekten, madde değişmeden önce yoksulluk nafakasına ancak bir yıl için hükmolunabiliyordu. Oysa kaynak İsviçre Medenî Kanununda böyle bir sınırlama yoktu. Kanunumuzun bu konuda kaynak kanundan ayrılarak nafakayı bir yıl gibi çok kısa bir süre ile sınırlamış olması doktrinde hemen hemen bütün yazarların haklı eleştirisine yol açmış ve yazarlarca sürenin kaldırılması önerilmişti. Kanun koyucu bu kez doktrinden yükselen bu haklı eleştiriyi dikkate alarak sınırlamayı kaldırarak “Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek eş, … süresiz olarak nafaka isteyebilir” hükmünü getirdi. Yeni Medenî Kanunumuz bu değişikliği aynen benimsemiş, maddeye süreyle bir sınırlama getirmemiştir.
Yoksulluk nafakası boşanma hükmünün kesinleştiği tarihten itibaren geçerli olur. Bu konuda önemli bir sorun da,yoksulluk nafakasının boşanma kararı kesinleştikten sonra istenip istenemeyeceğidir. Başka bir anlatımla acabayoksulluk nafakası ne zamana kadar istenebilecektir?
Bir görüşe göre, boşanma kararı kesinleştikten sonra, maddî tazminatta olduğu gibi, artık yoksulluk nafakası isteminde bulunmak da mümkün değildir.
Bir diğer görüş ise, gerek maddî tazminatın gerek yoksulluk nafakasının boşanma davası devam ederken istenebileceği gibi, boşanma kararı kesinleştikten sonra da istenebilmesi fikrini ileri sürmektedir. Bu görüşe taraftar olanlardan Prof. ZEVKLİLER, önceki MK, m. 144’te geçen “yoksulluğa düşen eş” deyiminin 3444 sayılı Kanunla yapılan değişiklikte “yoksulluğa düşecek eş” şekline dönüştürüldüğüne dikkati çekerek, bunun kanun koyucunun bu değişikliği bilinçli olarak yaptığı kanısını uyandırdığını ifade ediyor. Yeni kanun da eskisi gibi “yoksulluğa düşecek taraf”‘ deyimini kullanmayı tercih etmiş bulunmaktadır.
Yargıtayın bu konudaki içtihadı son zamanlara kadar birinci görüşü destekler mahiyette, yani yoksulluk nafakasınınboşanma kararı kesinleştikten sonra istenemeyeceği yönünde idi. Ancak, son zamanlarda, özellikle manevî tazminatınboşanma kararının kesinleşmesinden sonra da bağımsız bir davayla istenebileceğine ilişkin İçtihadı Birleştirme Kararından bu yana ikinci görüşü destekleyen kararlarına rastlanmaktadır. Gerçekten bir kararında “Medenî Kanunun 144. (şimdiki 175) maddesi gereğince yoksulluk nafakasının boşanma davasından sonra ayrı bir dava ite istenmesini engelleyen bir hüküm yasada yoktur. Nitekim, 22.1.1998 tarih, 5/1 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ile benzer düzenleme ile istenebilen manevî tazminat davasının boşanma davasından sonra açılabileceği kabul edilmiştir” denilmektedir.
c) Tazminat ve nafakanın ödenme biçimi;
Önceki Medenî Kanunumuz tazminatlar ile nafakanın ödenmesini “irad” kenar başlığını taşıyan ve tek fıkradan oluşan 145 inci maddesinde düzenlemişti. Bu madde 4.5.1988 tarih ve 3444 sayılı Kanunla değiştirildi. Maddenin “irad” şeklindeki kenar başlığı “Tazminat ve Nafakanın Ödenme Şekli” ne dönüştü ve içeriğinde de esaslı değişiklik yapılarak tek fıkralık madde dört fıkradan oluşan bir madde hâline getirildi. Yeni Medenî Kanun bu değişikliği benimsediği gibi yeni maddeye bir beşinci fıkra da ekledi.
Tazminat ve nafakanın ne biçimde ödeneceği, yani toptan ödeme mi, yoksa irat tarzında belli aralıklarla ödeme mi olacağı, eşler arasındaki bir anlaşmayla saptanmış olursa, hukuka aykırı olmamak kaydıyla hâkimin bu anlaşmayı onaylaması gerekir. Eşler arasında “boşanmanın fer’i sonuçlan” niteliğinde bir anlaşma yapılmamış veya anlaşma hâkim tarafından onaylanmamış ise, bunu kararlaştırma işi hâkime kalacaktır.
Hâkim, maddî tazminat ile yoksulluk nafakasının toptan veya durumun gereklerine göre irat şeklinde ödenmesine karar verebilirse de, manevî tazminatın irat şeklinde ödenmesine karar veremez, mutlaka toptan ödemek biçiminde hükmetmek zorundadır.
İrat şeklinde ödenmesi sözleşme veya hâkimin hükmüyle kararlaştırılan maddî tazminat veya yoksulluk nafakası, alacaklı tarafın yeniden evlenmesi ya da taraflardan birinin ölümü halinde kendiliğinden kalkar; alacaklı tarafın evlenme olmaksızın fiilen evliymiş gibi yaşaması, yoksulluğunun ortadan kalkması ya da haysiyetsiz hayat sürmesi hâlinde mahkeme kararıyla kaldırılır. Önceki kanun taraflarca aksinin kararlaştırılabileceğini öngörmüş iken, yeni kanun bu imkânı tanımamaktadır.
Maddî tazminat veya yoksulluk nafakası irat şeklinde ödenmekte olduğu takdirde tarafların malî durumlarının değişmesi veya hakkaniyetin gerektirdiği hâllerde artırılmasına veya azaltılmasına karar verilebilir.
Maddî tazminat veya yoksulluk nafakasının irat şeklinde ödenmesi ister taraflar arasındaki sözleşmeyle, ister hâkimin hükmüyle kararlaştırılmış olsun, durumun değişmesi hâlinde gözden geçirilerek artırılması istenebilir. Ancak, sözleşmeyle kararlaştırılmış ve hâkim tarafından onaylanmış olan iradın aradan çok az bir zaman geçtikten sonra indirilmesi isteminde bulunmak, hakkın kötüye kullanılması mahiyetini arzeder.
Medenî Kanun 176 ncı maddenin beşinci fıkrasıyla hâkimin istem hâlinde, irat şeklinde ödenmesine karar verilenmaddî tazminat veya yoksulluk nafakasının gelecek yıllarda tarafların sosyal ve ekonomik durumlarına göre ne miktarda ödeneceğini karara bağlayabilmesine imkân tanımıştır. Önceki kanunda mevcut olmayan bu imkân, alacaklı tarafın her yıl dava açarak artırım yoluna gitmesini önleyeceği ve alacaklıya oldukça önemli bir rahatlık sağlayacağı gibi, mahkemelerin zaten altında kalkılamayacak derecede ağırlaşmış bulunan iş yüklerini az da olsa artırmayacaktır. Bu itibarla, böyle bir hükmün getirilmiş olması son derece isabetli olmuştur.
Tazminat ve nafaka alacaklarının miras yoluyla geçip geçmeyeceği konusuna gelince: îrat şeklinde olsun, borçlunun ölümü hâlinde mirasçılarına geçer. Doktrindeki baskın görüş bu istikamettedir.
Nafaka borcu bakımından durum farklıydı. Başka bir deyişle, nafaka borçlusunun ölümü hâlinde borcun mirasçılarına geçip geçmeyeceği tartışmalıydı. Bir kısım yazarlar irat şeklinde hükmolunan nafaka borcunun borçlunun ölümü hâlinde mirasçılarına geçmeyeceği görüşünde idiler. Nitekim Prof. VELİDEDEOĞLU bu konuda “MK. 144’e göre, yoksulluk nafakasına irat şeklinde hükmolunmuşsa, burada borç tamamen şahsî bir karakter taşır ve evliliğin adeta devam etmekte olan bir sonucu niteliğini gösterir; bu bakımdan bu borç sadece, aleyhine nafaka hükmü verilmiş olan eşe aittir, onun mirasçıları bunu ödemekle yükümlü tutulamazlar” diyordu.
Buna karşılık bir kısım yazarlar, bu nafakanın niteliğine bakarak, ister sermaye ister irat şeklinde hükmolunmuş bulunsun nafaka borcunun mirasçılara geçmesi gerektiği görüşünde idiler. Örneğin Prof. TEKİNAY bu konuda şöyle diyordu: “Gerçi genel bir kural olarak henüz işlememiş olan, geleceğe ait nafakaları ödeme borcu ölen borçlunun mirasçısına geçmez. Fakat 144 üncü maddenin sosyal amacı, bir insanı sefaletten kurtarmaktır. Kanun bu amacı gerçekleştirmek için, evlilik birliğinin son bulmasına rağmen, nafaka borcunu devam ettiriyor. O halde, artık bu mahiyetteki bir nafaka borcu, evlilik birliğinin kadrosunu aşmış, ondan bağımsız bir mahiyet almış demektir. Böyle olunca da yoksulluğa düşen eşin, nafaka alacağı için, borçlunun mirasçılarına başvurmasına imkân vermek ve bu hususta nafaka borcunun sermaye veya irat şeklinde olması arasında bir ayırım yapmamak gerekir”. Prof. FEYZÎOĞLU bu görüşün daha gerçekçi olduğu fikrinde idi.
Tazminat alacaklısı ölmüş ise, alacaklının mirasçıları toptan ödenmesine hükmolunmuş ve ödenmemiş bulunan tazminatı borçludan isteyebilirler. Fakat irat şeklinde ödenmesine karar verilmiş tazminatın ödenmesine devam edilmesini isteyemezler.
Nafaka alacaklısı öldüğü takdirde, alacaklının mirasçılarının nafaka alacağını borçludan talep edip edemeyecekleri, nafakanın şekline göre değişik olacaktır. Gerçekten, eğer nafakaya irat şeklinde hükmolunmuşsa, mirasçılar iradın kendilerine ödenmesini isteyemezler. Nafaka alacaklısının ölümü anından itibaren nafaka iradı kendiliğinden kalkar. Mirasçılar ancak ölüm anma kadar muaccel olmakla birlikte ödenmeyerek birikmiş iradların ödenmesini talep edebilirler. Nafakaya toptan ödeme şeklinde hükmolunmuşsa ve hükmolunan meblağ nafaka alacaklısına henüz ödenmemiş bulunuyorsa, alacaklının mirasçıları bunu borçludan isteyebilirler.
Medenî Kanun önceki kanunun cevaplamadığı ve açık bıraktığı bu tartışmalı konuyu açıklığa kavuşturmuştur. Gerçekten, MK. m. 176/III uyarınca “irat biçiminde ödenmesine karar verilen maddî tazminat veya nafaka, …taraflardan birinin ölümü hâlinde kendiliğinden kalkar”.