admin | 23 Temmuz 2017 | Bilim Adamları ve Kaşifler, Edebiyat ve Türkçe, Eğitim, Genel, Tarih
1526-1600 yılları arasında yaşamıştır. Asıl adı Mahmut Abdülbâki’dir. Bir müezzinin oğludur. Şair Zati’nin dükkânında saraç çıraklığı ederken zekâsı sayesinde medreseye verilmiş, daha sonra ilerlemiştir. Çeşitli kadılıklarda bulunduktan sonra Anadolu ve Rumeli Kazaskerlikleri’ne kadar yükselmişse de, asıl istediği «Şeyhülislâmlık»a erişemeden ölmüştür. 4 padişah devrinde gözdeliğini korumuş, ama çok kıskanılmış bir şairdir. En önemli eseri Divan adıyla toplanan şiirleridir
BÂKİ EFENDİ, konağında, sinirli sinirli dolaşıyordu. Yetmişine yaklaşıyordu. Öyleyken sıska denecek kadar zayıf, hafifçe öne eğik, gözleri alev alev yanan, esmer, çirkince bir adamdı, ama dinçti, içinde, en büyük ilim ve din makamı olan «Şeyhülislâm» olamamanın acısını taşıyordu. Kaç padişaha hizmet etmiş, kaç devletlinin iltifatını kazanmıştı. Kendisini, yükselişini çekemeyenler ne iftiralar atmamışlardı ki ona… «Meyhaneler beytülharâm, piri mugan şeyhulharem (Meyhaneler Muhammet’in evi, onu yöneten de meyhaneci)» gibi sırf gelenekte olduğu ve daha çok dervişlik taklidi sayılması gerektiği halde benzeri şeyler söyledi diye az kalsın kendisini öldürteceklerdi. Oysa Bâki gibi bir din bilginin böyle sözleri belli bir maksat olmadan söylemesine imkân mı vardı? Kanunî’nin ardından yazdığı ağıt, hâlâ, Süleyman Çelebi’nin Mevlit’i gibi söylenmekte değil miydi?
Çok olur yâr, fakat yâr-i vefâdâr olmaz
sözünü boşuna söylememişti o. Elbette, cenaze namazını Fatih Camii’nde kıldıracak olan rakibi Şeyhülislâm Sunullah Efendi’nin, sanki olacakları biliyormuş gibi yazdığı:
Kadrini seng-i musallada bilüp ey Bâki
Durup el kavşuralar kurşuna yârân saf saf
beytini okuyacağını önceden kestiremezdi. Ne var ki, şiirleri arasında pek çoğu şimdiden atasözü değeriyle halk arasında söylenegelmekteydi. Daha kimbilir kaç yüzyıl da söyleneceğinden başka. Sırası düştükçe her bezgin:
Bâki kalan bu kubbede bir hoş sada imiş deyip geçecekti.
Bâki Efendi, sinirli sinirli dolaşıyordu. Nihayet kapı aralandı. Boylu boslu bir câriye, başı önünde, elleri göğsü üzerine kavuşmuş, içeri girdi. «Beni emretmişsiniz efem?» dedi.
Şair gülümsedi. Gül yanaklı câriyesine baktı: daha saraydan, haremden, hünkârın hediyesi olarak iki gün önce gönderilmişti.
-Yaklaş bakayım Tûtî… Bana gel yavrum…
Adı Tûtî (Dudu kuşu, dilbaz) olan câriye iki adım daha attı. Bâki Efendi hâlâ gülümsüyordu. Çünkü, daha üç gün önce, kendisini hiç çekemeyen şair Nev’i ile atışmalarını hatırlıyordu. Bâki, çirkin olduğu için kendisine Karga Bâki denildiğini bilirdi. Nev’i Efendi, kâtibi kavuğunu geri iterek, pek hevessiz ve âdeta ısırgan bir sesle:
deyip şairi mahcup etmişti. Ama sonra, Nev’i, ayak üstü bunun öcünü almış:
Kahr-ı dehr ile olur bülbül gurâna hemnişin
Yine şekvayı gurâb eyler, garabet bundadır
diyerek, dünyanın talihsizi bir bülbül kargayla aynı yatağa düşer de, sonunda asıl karga şikâyet eder, demeğe getirmişti.
Bâki Efendi, Tûtî’ye sokuldu. Câriye gerçekten güzeldi. Yaşlı şair, samur kürkünü sırtından attı. Ellerini çırptı. Giren iç oğlanına: «Halvet» dedi. Artık onları kimse rahatsız edemezdi. Câriyesini bileğinden tutarak yanına oturtmak istedi. Ama, uzun boyuna, dinç görünüşüne rağmen bu gaga burunlu, esmer, gözleri korkutucu bir şekilde parlayan adam, kızcağızı fena halde ürkütmüştü. Bir an kendisine sarayda, haremde öğretilen her şeyi unuttu ve toy bir küheylân gibi geri çekildi.
işte ne olduysa o anda oldu. Neye uğradığını anlamayan Şair Bâki, birden ayağa fırladı. Hışımla câriyesine bir tokat attı ki, kapıda duran iç oğlanı hemen içeriye daldı. Gördüğü manzara şuydu: Osmanlı şiirinin en büyük üstâdı, beynine sıçrayan kan sebebiyle birdenbire yaşlı bir kütük gibi mindere devrilmiş, can çekişiyordu. Bâki’nin ölümü, böyle olmuştu.
… Ve böylece Bâki’den, bu kubbede bâki kalan bir hoş seda oldu. Bâki için büyük cenaze töreni tertiplendi. Bu törene, devrin ünlü sanatçıları, devlet adamları katıldılar ve gözyaşları içinde toprağa verildi.
Bâki, kendi kendini yetiştirmiş, medreselerde okumuş, adını çok genç yaşta, devrin âlimleri arasında duyurmuştu.
Halep, Mekke ve Medine kadılıkları da yapan Bâki’nin, divanından başka, «Mevahib-ÜI-Ledünni- ye» ve «Hâdis-i Erbain» tercümeleri ve «Fezail-ül Cihat» isimli eseri ünlüdür.
Kaynak: 100 Ünlü Türk, Youtube, Wikipedia,