admin | 23 Temmuz 2017 | Bilim Adamları ve Kaşifler, Edebiyat ve Türkçe, Eğitim, Genel, Tarih
Onaltıncı yüzyılda yaşamıştır. DOĞUM ve ölüm tarihi kesin olarak bilinmeyen derviş şairlerimizdendir. Sivas dolaylarında yaşamıştır. Bir şiirinde «Belinin büküldüğü’nü, «Dişlerinin döküldüğünü de söyler ki bu da çok yaşadığını göstermektedir.
SOYU Yemen’den gelme olan Pir Sultan’ın asıl adı Haydar’dır. Hazretin bir Alevi tarikatı olan Bektaşilik’teki mertebeleri aştığı, unvanlarından bellidir: Tarikatın en yaşlılarından olduğu için «Post»a oturmuş ve «Pir» unvanını, «Dede Sultan» lâkaplarını haketmiştir, Abdallığa gelince, Bektaşîlikte «Bedii» olan, yani mâna âleminden yeryüzüne kıyafet değiştirerek tebdil gezdiklerine inanılan kırk uluya «Abdal» derlerdi ki üç yüz veli, yani ermiş arasından seçilirlerdi ve kimler olduklarını yalnız kendileri bilirlerdi. Kırk Abdal’ın yedisine «Erkân» (direkler), üçüne «Evtad», yani bağlayıcılar denirdi. Bir tanesi de kutup rütbesini alırdı.
Pir Sultan, işte o kırklara karışmıştır. Ancak, her ne kadar Bektaşilik bir tarikatsa da Kızılbaşlık öyle değildir. Eylem ve politika yoluyle dünyaya gerekli düzeni sağlamak büyüklüğün şanındandı. Bu sebeple Pir Sultan da eyleme kalkışmış ve Hızır Paşa tarafından Sivas’ta yakalanarak asılmıştır.
Yürü bre Hızır Paşa
Senin de çarkın kırılır
Güvendiğin padişahın
Ola ki bir gün devrilir
dörtlüğüyle başlayan şiirlerde Pir Sultan’ın Hızır Pa şa’yla dâvası anlatılmıştır.
Evliyâ’nın çoğunda olduğu gibi Pir Sultan’da da destan unsurları hayatını gerçeklerden masal havasına götürmüştür. Soyunun Ali’ye ve Muhammet’e dayandırılması, Hızır Paşa’nın kendisine gelerek himmet istemesi. Pir Sultan’ın: «Hızır, gün gele vezir olasın, ama yine beni arayasın» diye paşanın geleceğini haber vermesi, paşa, vezir olduktan sonra onu İstanbul’a konağına getirtip yemek ikram edince «Sen zina ettiğin, ikram ettiğin yemeği ben değil, köpeklerini bile yemez» diyerek onu kızdırması hep bu destan unsurlarındandır.
Rivayete göre Pir Sultan’ın asılışı da, Hızır Paşa’nın kendisine «Üç şiir söyle ki, içinde Şah’ın adı geçmesin» dediği halde üçü de baştan başa İran Şahı’na övgü olan şiirler söylemesindendir.
Hızır Paşa bizi berdâr etmeden
Açılın kapılar Şaha varalım
Seyasef günleri gelip yetmeden
Açılın kapılar Saha varalım
Gönül çıkmak ister Şah’ın köşküne
Can boyanmak ister Ali müşküne
Pirim Ali, on iki imam aşkına
Açılın kapılar Şah’a varalım diye başlayan şiiri de bunlardandır.
Pır Sultan Abdal, yalnız dervişçe şiirler değil, aşk şiirleri de yazmıştır. Şu örnekte olduğu gibi:
Ben de şu dünyaya geldim geleli
Emanetten bir don giymişe döndüm
Sahibi çıktı da elimden aldı
Koru yerde koyun yaymışa döndüm
O yâr geldi geçti geri bakmadı
Hendekler kazdırdım sular akmadı
Çok yuva bekledim cücük çıkmadı
Boş yuva beklemiş yoz kuşa döndüm
Pir Sultan Abdal’ım bu dünya fâni
Baştan başa kim sürdü bu devranı
Yarin bir çift sözü üşüttü beni
Yüce dağ başında buymuşa döndüm
Şair, tabiata da son derece bağlı görünmektedir. Onun:
Öt benim sarı tamburam
Senin aslın ağaçtandır
diye başlayan taşlaması gibi pek çok şiiri bugün hâlâ dillerde dolaşmaktadır.
Pir Sultan Abdal ile ilgili bilgilerin çoğunu, kızı Sanem Hatun’un ağıtından öğreniriz. Dilden dile, günümüze kadar gelen bu ağıt, onun darağacında can verdiğini, yanık, içli bir ifadeyle uzun uzun anlatır:
Uzundu, usuldü dedemin boyu
Yıldız’dır yaylası, Banaz’dır köyü
Yaz bahar ayında bulanır suyu
Sular çağlar çağlar Pir Sultan deyu
Pir Sultan kızıydım ben de Banaz’da
Kanlı yaş akıttım baharda güzde
Dedemi astılar kanlı Sivas’ta
Darağacı ağlar ağlar Pir Sultan deyu.