admin | 17 Haziran 2017 | Bilim Adamları ve Kaşifler, Eğitim, Felsefe, Genel
ON İKİNCİ asırda yaşamış olan, büyük Türk filozofudur. Doğum ve ölüm tarihleri belli değildir. İlk öğrenimi, doğduğu köy olan Sivrihisar’a bağlı Horto köyünde yapmış, daha sonra Akşehir’e yerleşerek medreselere devam etmiştir. Uzun süre Akşehir Kadılığı görevinde de bulunan Nasrettin’in nükteleri sadece ülkemizde değil. bütün dünyada ünlüdür. 90 yaşma kadar yaşadığı tahmin edilmektedir. Türbesi Akşehir’de bir «Ziyaret» yeridir.
Elin ağzı torba değil… Bir gün komşuları, Nasrettin Hoca’ya karısını çekiştirmeye başladı:
«— Hocam, söylemek bize düşmez ama, karın, o kapı senin, bu kapı benim, çok geziyor…»
Hoca, kaşlarını çattı:
«— Yok canım» dedi «Gezmez…»
Konu komşu; «Sen öyle bil, ama geziyor…» diye diretince, Hoca öfkelendi:
«— Niye inat ediyorsunuz be insafsızlar» dedi. «Benim hâtûn bu kadar gezseydi, biraz da bizim eve uğrardı…»
…. Akşehir’e yolu düşenler. Hoca merhumun türbesini ziyaret etmezse «Gülmekten yana nasibi kesilir» derler. Hattâ yakın zamana kadar, düğün dernek kurulurken, Hoca merhumun türbesine gelen, onun ruhunu da şölene davet eden çok olurdu.
Bu türbe, şöyle uzaktan bakılınca çadıra benzer. Etrafı açıktır ama, kapısında koca bir kilit asılıdır. Rahmetli öyle istemiş, öyle yapmışlar. Sözün kısası, son nefesinde bile nükteyi bırakmamış.
İşte Nasrettin Hoca, sekiz yüzyıldır bu türbede yatar. Hani, karısının suratsızlığından, eşeğinin inadına kadar hayatını âdeta ezbere biliriz de, geniş bir hâl tercümesi bir türlü elimize geçmemiştir. Bu yüzden Hoca merhumun doğum tarihi de, ölüm tarihi de, bütün araştırmalara rağmen öğrenilememiştir.
Hemen belirtmeli, Hoca merhum, Türk halkının ince zekâsında ve lâtif nüktelerinde efsaneleşen bir dâhidir. Bunca nükteyi «şaklabanlık» olsun diye yapmamıştır. Niyeti, etrafı eğlendirmek değildir. Her nüktenin altında, bir gerçek gizlidir. Parayı veren, düdüğü çalar, dediği gibi…
Nasrettin Hoca’nın on ikinci yüzyılda yaşadığını, o devirde Sivrihisar Müftüsü olan Hasan Efendi’nin «Mecmua-i Maarif» adlı eserinden öğreniyoruz. Hasan Efendi, tamamlayamadan vefat ettiği bu eserde, Nasrettin Hoca’dan da bir nebzecik bahsetmiştir.
Buna göre, Nasrettin Hoca, Sivrihisar’ın Horto köyünde doğmuştur. Babası, köyün imamı Abdullah Hoca’dır. Küçük Nasrettin, ilk derslerini babasından almış, sonra Sivrihisar’da medreseye devam etmiştir. İyi bir öğrenim gördüğü sanılmaktadır.
Babası ölünce, köy imamlığı ona kalmış ve «Hoca» ünvanını böylece kazanmıştır. Fakat Nasrettin Hoca’nın köy imamlığı uzun sürmemiş, gidip geldikçe pek sevdiği Akşehir’e yerleşmeye karar vermiştir. «Mecmua-i Maarif»te, Nasrettin Hoca’nın Horto köyü imamlığını, aynı köyden Mehmet Efendi’ye devrederek, genç yaşta Akşehir’e göç ettiği yazılıdır.
Nasrettin Hoca’nın Akşehir’de baş-göz edildiği ve görücü usulüyle evlendiği karısının, Akşehir’e yakın Koza köyünden olduğu bilinmektedir. Hoca merhum, yüzünü ancak dünya evine girerken görebildiği karısından çok çekmiştir. Onun suratsızlığı kadar aksiliğini, hattâ eteği belinde ne kadar dolaşsa da savrukluğunu anlatan pek çok fıkrası vardır.
Bir gün, komşu evden cenaze çıkar. Yakınları, arkasından ağlaşır, bağırışırlar:
«— Odsuz, ocaksız, o karanlık dünyaya nasıl göçersin! Ah, bizi bırakıp da nasıl gidersin…»
Hoca bu ağıtlara kulak verirken, bir de bakar ki karısı kapıyı aralamış, başını uzatmış, olup bitenleri seyre dalmıştır. Pür telâş seslenir:
«— Aman hâtûn, kapa şu kapıyı. Ağlaşanların dediğine bakarsan rahmetli galiba bize geliyor…»
Nasrettin Hoça’nın doksanına kadar yaşadığı rivayet edilir. Kendini büyük küçük herkese sevdiren Hoca merhum, Akşehir’de «Kadılık mevkiine kadar yükselmiş, uzun yıllar bu görevde kalmıştır.
Cübbesi hocalığından, kürkü kadılığından yadigârdır. Kürkün hikâyesini bilirsiniz. Lâfın altında az hikmet mi gizlidir?…
Nasrettin Hoca’yı büyük bir ziyafete davet ederler. «Çalım satıyor» demesinler diye, kürkünü bırakır, günlük esvabıyle gider. Ama, aldırış eden olmaz. Canı sıkılır Hoca’nın. Ziyafet evinden usulca çıkar. Kürkünü giyer, gelir. Bu defa kapılardan karşılarlar onu. Bir saltanat, bir ihtişam, baş köşeye oturturlar. Yemek başlar. Hoca merhum, besmeleyi çekip, kürkünün eteğini çorbaya uzatıverir. Sofrada kim varsa, hayrette bakarlar Hoca’ya:
«— Hayrola Hocam, ne yapıyorsun?…»
Hiç istifini bozmaz. Gene uzatır kürkün ucunu: «Bu iltifat bana değil, sana…» der. «Ye kürküm, ye…»
Kaynak: 100 Ünlü Türk,