admin | 28 Temmuz 2017 | Genel, Sanat
1882-1960 tarihleri arasında yaşamıştır. BÜYÜK Türk ressamı. Çal kasabasında doğdu, İstanbul’da öldü. Küçük yaşta memleketinden ayrıldı. İstanbul’da kendisine yardım eden Şeker Ahmet Paşa tarafından Akademi’ye yerleştirildi. 1910’da orayı bitirince Paris’e gönderildi. Dört yıl kaldı ve Cromon’un atelyesinde çalıştı. Savaş patlayınca İstanbul’a dönerek Akademi’ye öğretmen oldu. 1947’ ye kadar bu görevde kaldı. Yaş haddi dolayısıyle emekliye ayrıldı. 1960’da, 78 yaşında vefat etti.
Bu usta sanatçının İstanbul’a gelişi ve Akademiye girişi başlı başına bir maceradır. Çal’dan çıktığı zaman kemerindeki altınları, Çemberlitaş’ta kaldığı han odasında, daha ertesi sabah çaldırdı. Handaki kahve ocağına çırak olarak girdi. Bir müddet de ayakkabı boyacılığı yaptı. Ama İzmir Mülki İdadisi’nde, yani sivil ortaokulunda okuduğu için sonunda, o zaman Sultanahmet’te cezaevinin yanında bulunan Adliye’ye kâtip oldu. İyi bir tesadüfle ondaki resim istidadı Şeker Ahmet Paşa’nın dikkatini çekti. 1906’da İbrahim’i Sanayi-i Nefise-i Şâhâne’ye, yani Akademiye aldılar. İbrahim, çalışkan, zeki ve istidatlıydı. Yalnız bir kusuru vardı: Burnunun dikine gitmek… Ruhu özgürdü adamın. Bu yüzden onu bir yıl geç mezun ettiler. Ama, yine de bilgisini artırsın diye, koruyarak Paris’e yolladılar. Çallı İbrahim, Paris’te kaldığı yıllar süresince Fransızca öğreneceğine: «Arkadaş, ben Türk evlâdıyım!» diyerek kaldığı otelin sahibi kadınla gittiği kahvenin garsonuna yeteri kadar Türkçe öğretmeyi tercih etti.
Paris’te Cromon gibi son derece akademik çalışan bir ressamın atelyesinde bile, İbrahim «Empresyonist» tekniğine göre resim yapabiliyordu. Etrafındaki değişiklikleri gören bir insandı. Ama İstanbul’ dan geldiği için »Kübizm» gibi aşırı görüşler henüz onu etkileyememekteydi.
Birinci Dünya Savaşı patlayınca İstanbul’a dönmek zorunda kalan İbrahim Bey, mezun olduğu okula öğretmen tayin edildi. O tarihten sonra da bir daha, yaş haddinden emekliye ayrılıncaya kadar bu görevi bırakmadı. Atelyesi, yeniliklere açıktı. Cumhuriyetin ilânından sonra açılan ilk Galatasaray Sergisinde açılış nutkunu o söylemişti. Gazi’nin Hamdullah Suphi Tanrıöver tarafından okunan tebrik telgrafı, sanki Çallı’ya bir cevaptı. Ondan sonra yılda bir Galatasaray Lisesi salonlarında sergi açmak âdet oldu. 1924’teki sergiye Çallı, Millî Mücadele’yi canlandıran, zeybekleri tasvir eden büyük kompozisyonlarla katılmıştı. Ama eski bir öğrencisi: «Yalnız Çallı dört tane çiçek resmi teşhir ediyordu. Bunları o zaman, belki bu yıl atelyesinde bahar var, bu çiçekler döküldükten sonra Çallı’nın olgun meyvalarını bekleyebiliriz diye karşılamıştım, ama o zamandan beri Çallı bize bir armut bile vermedi» demişti.
Oysa ressam, tabiî, armut ağacı değildi. Nitekim Edgar Degas’nın atelyesinde, klâsik bir kompozisyonun yanında küçük bir armut resmini görenler kendisine bunu ne diye astığını sordukları zaman Degas: «Cezanne’ındır, bazan bir armut bile resim olarak bir şaheseri öldürebilir» cevabını vermişti.
İbrahim, 1934’ten sonra, soyadı kanunu çıkınca kendisine verilen lâkabı, soyadı olarak kabullendi ve Çallı İbrahim diye anılırken İbrahim Çallı oldu. Zekâsı ve zehir gibi nükteleri bütün canlılığını muhafaza ediyordu.
İçkinin yasak olduğu yıllarda bir gece geç vakit, Taksim’de yürürken Çallı’nın çakırkeyf olduğundan şüphelenen polisler, onu karakola davet etmişlerdi. Nöbetçi komiser «Adın ne?» diye sorunca ressam, sadece «Çallı» demişti. «Ne iş yaparsın?» diye sorduğu zaman da «Profesörüm» cevabını vermişti, Adres olarak da o zaman Güzel Sanatlar Akademisi’i nin bulunduğu yeri gösterip de «Fındıklı Sarayı’nda cevabını verince, nöbetçi komiser, sanatçıyı getiren memura dönmüş ve «Ne sarhoşu yahu, bu zavallı delinin biri, salıverin gitsin» diye yakasını bırakmıştı.
Sanatçı her yıl, ortak açılan sergilere katılıyordu ama hiç kişisel sergi açmamıştı. Bunu, ölümünden bir yıl sonra, Ankara’daki Türk – Amerikan Derneği’nde kızı Belma Çallı yaptı.
1947’de emekliye ayrıldığı zaman: «Sanatkâr emekliye ayrılmaz. Bu, sen artık resim yapamıyorsun demektir. Böyle düşünenler atelyeme gelsinler, resim yapıp yapmadığımı görsünler» diye feryat etti ama, kimseye sesini duyuramadı. Bununla beraber, Çallı, o tarihten sonra da verimli çalışmalar yapmıştır. Şöhreti portre ressamlığında olmakla beraber manzara ve natürmortları da daimî bir tazelik ve heyecan görüntüsündedir. Bilhassa çok serbest tuşları, fırça sürüşleriyle benzerlerinden ayrılır. Öğrencilerine tesir etmekten daima dikkatle kaçınmış olan sanatçı, bazı arkadaşlarını taklit denecek derecede tesiri altına almıştır.
İbrahim Çallı’nın günümüze kalan en önemi eserleri arasında Resim ve Heykel Müzesi’nde bulunan ve maalesef, canlı modelden çalışma imkânı bulamadığı için, fotoğraftan yaptığı büyük Atatürk portresiyle, İsmet İnönü’nün portresi başta gelir.
Kaynak: 100 Ünlü Türk,