admin | 29 Temmuz 2017 | Edebiyat ve Türkçe, Genel
1869-1945 tarihleri arasında yaşamıştır. HİKÂYE, roman ve makale yazarı. İstanbul’da doğdu ve burada öldü. Öğrenimine İstanbul’da başladı, babasının işi dolayısıyle İzmir’de bir papaz okulunda devam etti. Sonra orada Fransızca öğretmenliğine, tercüme yapmağa, gazeteciliğe başladı. 1893’te Reji İdaresi’ne başkâtip olarak İstanbul’a geldi ve Servet-i Fünun dergisine roman yazdı. Saraya kâtip olarak girdi. Darülfunun’da Batı Edebiyatı okuttu. 1945 yılında vefat etmiştir
Halit Ziya Uşaklıgil, Türk romancılığının ilk ve büyük üstadıdır. İstanbul’da, Eyüp’te dünyaya gelen Halit Ziya, çocukluğunu İstanbul’da ve İzmir’de geçirdi. Babası, tüccardan Halil Efendi’nin çok titiz, davranmasıyla, iyi bir öğrenim gören Halit Ziya, 25 yaşındayken edebiyata merak sardı. Bir yandan batı edebiyatını çok iyi incelemiş olması, bir yandan eski Türk yazarları hakkında geniş bilgi sahibi olması, kısa zamanda ünlü eserler vermesini sağladı.
Uşşakizade Ailesinin adını yurt içinde ve yurt dışında duyurmuş bir mensubu olarak, Halit Ziya, daima yüksek çevrelerde yaşamış ve toplum olaylarını yakından gözlemekle beraber fikir hayatını tercih ederek aktif politikaya hiç karışmamış gerçek bir edebiyatçıdır. Her konuyu merak etmekle, «Sanskrit edebiyatı» tarihinden Gebelik ve doğurma kadar çeşitli kitaplar tercüme etmekle beraber kişiliği üslûp sahibi bir romancı olarak tanınır.
Halit Ziya Uşaklıgil, nesir dilimizde önce cümle yapısını değişik vc kıvrak bir hale getirmek üzere Fransız dili gramerini örnek almış ve çok başarılı olmuştur. Bunu yaparken sadeleşmeye gideceğine Arapça ve Farsça çeşitli tamlama şekilleriyle, benzetme ve istiarelerle aksine, dilini ağdalaştırmıştır.
Servet-i Fünun dergisi çevresinde toplanan romancıların lideri olarak bilinir. Roman tekniğinde Porust ve Goncourt gibi, Paul Bourget gibi Fransız tahlilcilerini örnek aldığından, konulan yerli bile olsa yine de bir kapalı çevre romancısı olmakla suçlanmıştır. Bununla beraber, teknik bakımdan kompozisyonu en mükemmel, en sağlam ve en dengeli eserleri o vermiştir. Romanlarına ister istemez kendi hayatından parçalar da katmıştır. Meselâ İstanbul’a geldiği zaman yerleştiği Yeşilköy’deki evine piyano aldığından ve kendisi de piyano çaldığından, birçok hikâye ve romanında, kişileri piyano çalar.
Uşaklıgil, çok muntazam konuşan ve gayet kolay yazan bir sanatçıdır. Kendi dediğine göre, «Yazı yazmak için herhangi bir kâğıt ve kalemden başka âlete ihtiyacı» yoktu. Dirseğini dayayacak bir yer bulur bulmaz hemen yazardı. Sabah veya akşam olması, yazıhane, kütüphane karşısı, kâğıdın düzgün oluşu, ilham ve benzeri şartlar aramaz, yazdığını da bir daha gözden geçirmezdi. Buna rağmen, nasıl uzun uzun, dolambaçlı ve ağdalı, ama çok düzgün bir dille konuşuyorsa, aynen konuştuğu gibi da yazardı. Halit Ziya Uşaklıgil’in «Sanatlı uslûbu» aslında sanatlı düşünmekten ileri geliyordu, nitekim konuşması bunu ispatlardı.
Halit Ziya Uşaklıgil, gerçekleri gören bir sanatçıydı. 1910 yılında bir gün Recaizade Ekrem Bey’fe yolda karşılaştı. «Üstad Ekrem» kendisine:
Halit Ziya buna da «Evet, öyle» diyerek cevap verdi. Daha sonraları, o topluluktaki yazarların daha sade, daha güzel yazdıklarını da görmüştü. Çünkü, her yeni topluluğun bir öncekinden daha iyi olmaya doğru gideceğine, edebiyatta ilerlemenin böyle olacağına inanan, sosyoloji hakkında derin bilgisi olan bir insandı. «Otuz şu kadar yıl içinde yazdığım şeylere dönüp bakarken bunları hep ayrı ayrı zamanlarda ayrı ayrı adamların yazıları gibi görüyorum ve elbette ben bugün yazı yazarken Mai ve Siyah’ın, Aşk-ı Memnû’un müellifi değilim» diyen sanatçı, 1930’dan sonra oturup bu romanlarını kendi eliyle sadeleştirmiş ve günün diline indirerek yeni birer eser halinde yayınlatmıştır. Ama bunu yaparken, bazılarının sandığı gibi sadece yabancı kelimelerin yerine Türkçelerini koymağa kalkmamış, cümle yapısını koruyacak, yani uslûbunun özelliğine zarar vermeyecek bir sadeliğe ulaşmıştı.
Halit Ziya’nın hikâye ve romanlarındaki kişiler İstanbul’un zengin sınıfından, gazeteci çevresinden, ya da fakir mahalle halkı ve çalışan insanlar arasından seçilmiştir.
Halit Ziya, romanlarında seçtiği kişileri, âdeta bir fotoğraf objektifi gibi ortaya koyar, etraflıca tanıtır, müphem hiçbir taraf bırakmazdı. Olayların geçtiği yerlerde, mahallî havaya da çok dikkat eder, herşeyi, teferruatına kadar titizlikle anlatmak başarısını gösterirdi. Türk romancılığı, gerçi Halit Ziya’dan önce Namık Kemal ve Ahmet Mithat Efendi ile başlamışsa da, gerçek roman anlayışıyla ona, Türk romancılığının babası demek gerekir.
Kaynak: 100 Ünlü Türk,