admin | 18 Haziran 2017 | Bilim, Bilim Adamları ve Kaşifler, Eğitim, Genel
1389-1459 tarihleri arasında yaşamıştır. Fatih devri mutasavvıf ve âlimlerindendir. 1300 yılında Şam’da doğdu. Küçük yaşta babası Şeyh Hamzu ile birlikle Anadolu’ya geçerek Göynük’e yerleşti. Burada medrese tahsili gördü, müderris oldu. Özellikle hekimlik alanında derin bir vukuf sahibi idi. Daha sonra tasavvuf yoluna girerek Hacı Bayram Veli’ye intisap etti. Sonra Edirne’ye geçti, orada Fatih’in biiyük saygısını kazandı. 1459 yılında Göynük’te vefat etti. Orada yatar.
FATİH SULTAN MEHMET, İstanbul’u kuşattığı zaman bilgisine olduğu kadar şahsına da büyük değer verdiği ak sakallı âlim Akşemseddin de beraberinde bulunuyordu. Âyet-i kerimeleri ve hadîsleri tefsir ederek askere gayret ve metanet vermeye çalışan Akşemseddin bu arada İslâm dünyasının ulu kişisi Hazret-i Eyyûb-ül Ensarî’nin İstanbul surları dibinde bulunduğu bilinen kabrini de bulmak istemişti.
Asıl adı ve künyesi ile Halîd bin Zeyd Ebâ Eyyûb-ül Ensarî, Hazret-i Muhammed’i Mekke’den Medine’ye hicretinde evinde misafir eden, Hazret-i Peygamber’in bütün gâzâlarında yanında bulunan ve Resul-i Ekrem’in sancaktarlığını yapan zât idi. Emevilerin ilk halifesi Muaviye, oğlu Yezîd’in kumandasındaki bir orduyu İstanbul’u fethe gönderdiği zaman, çok yaşlı bulunan Halîd bin Zeyd’i de «uğurlu kişi» olarak bu sefere memur etmişti. İslâm âleminin bu ünlü kişisi İstanbul’un muhasarası sırasında vefat etmiş ve vasiyeti gereğince surların dibindeki bir noktada toprağa verilmişti.
İslâm tarihinin verdiği bilgi bundan ibaret kalıyordu ve Şeyh Mehmed Akşemseddin, bu bilginin ışığı altında Hazret-i Eyyûb’un kabrinin İstanbul surları dibindeki bir noktada olduğunu biliyordu.
Bundan sonrasını, Onyedinci Yüzyıl’ın büyük yazarı Evliya Çelebi, ünlü seyahatnâmesinde şöyle nakletmektedir:
«Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethederken, yetmiş yedi kibar ehlullah Ebâ Eyyûb’un kabrini tecessüse koyuldular, içlerinden Akşemseddin:
«Beyim, Alemdâr-ı Resulullah Ebâ Eyyûb-ül En- sâri bu mahalde medfundur, diyerek bir hıyâban-ı orman içre girdi. Bir seccade yaydırıp namaza durdu. İki rekâttan sonra selâm verip tekrar secdeye vardı ve rahat bir uykuya dalmış gibi öylece kaldı. Birçok kişiler, Efendi Hazretleri, Eyyûb’un kabrini bulamadığı için hicâbından uykuya vardı, diye târizler ettiler. Bir saat sonra Akşemseddin Hazretleri seccadeden başını kaldırıp, mübarek gözleri kan çanağını andırır hâlde Fatih Sultan Mehmet Han’a hitaben:
— Hünkârum, hikmet-i Hüdâ… Seccademizi tam Hazret’in kabri üzerine sermişler! diye konuştu.
Bunun üzerine seccadenin bulunduğu yer derhal kazıldıkta, üç zira (eski bir ölçü) derinlikte, dört köşe yeşil bir somaki taş ortaya çıktı ve üzerinde kûfi yazı ile, Hâzâ Kabri Ebâ Eyyûb-ül Ensarî, diye yazılmış olduğu görüldü. Taş kaldırıldığında, Hazret-i Eyyûb’un ter-ü tâze vücudu safran ile boyanmış kefeni içinde ortaya çıktı. Sağ elinde tunç bir mühür vardı. Taş tekrar yerine kapatıldı, üzeri örtüldü…»
İşte, asırlardan beri, İstanbul’un başlıca «ziyaret» yeri olan Eyüp Sultan’ın kabri böylece bulunmuştu. Sonra bu kabre, şaheser bir türbe yapıldı.
İstanbul muhasarasının ellinci gününden sonra büyük bir Haçlı ordusu ile donanmasının yetişmekte olduğu haberi askerin morali üzerinde menfî bir tesir yapmaya başladığı zaman, ortayan çıkan ak sakallı Akşemseddin, orduya hitâben tarihî konuşmasını yaparak mânevi gücü tekrar yerine getirmesini bilmişti:
«Ey asker… Biliniz ki, bu fetih, Cenâb-ı Hak katında size ve Sultan Mehmet Han’a takdir kılınmıştır. Kim ki bundan şüphe eder, imândan sapıtmış olur..,»
Hazret-i Eyyûb’un kabrini keşfettikten sonra mânevi değeri asker nazarında pek büyümüş olan Akşemseddin’in bu sözlerine, herkes imânı ile inanmış ve üç gün sonra tarihin en büyük zaferine ulaşmasını bilmişti.
Değerli âlim, büyük mutasavvıf ve «İstanbul’un mânevi fâtihi» Akşemseddin, fethi müteakip Fatih Sultan Mehmet’in olanca ısrar ve ricalarına rağmen İstanbul’da kalmayıp, kendisine memleket edindiği Göynük’e döndü. Ömrünün son altı yılını orada zikir, ibâdet ve fakir hastaları tedavi ile geçirdi…
Akşemseddin’in derin tıp bilgisi, bugün, Feyzulah Efendi Kütüphanesinin en önemli hâzineleri arasında yer alan, «Kitab-ül Tıp» ‘yâni «Tıp Kitabı» adlı eseriyle ortadadır. Akşemseddin bu büyük eseri, güzel bir Türkçe ile kaleme almıştır.
Onun üstün tıp bilgisine dair önemli bir misalden Şekayık’ta uzun uzun bahsedilir. Akşemseddin, II. Sultan Murat zamanında, vezirlerden Halil Paşa’nın oğlu Kazasker Süleyman Çelebi’nin tutulduğu bir hastalığı anladığı, iyi teşhis koyarak, zamanında tedavi ettiği için hayata kavuşturduğu yazılıdır.
Kaynak: 100 Ünlü Türk,